Ben bir Rönesans insanıyım!
Röportaj : Özlem Gürses
Fotoğraflar : Hüseyin Sami Baki
Karayipler’de 3 günümü Ayhan Sicimoğlu ile geçireceğimi söylediklerinde heyecandan öldüm !
O kadar çok tanımak istediğim insanlardan biriydi ki…
O üç gün eşsiz anılar bıraktı bana. Yaşamaya tutkun, her konuda sohbet edebileceğiniz, olağanüstü çalışkan ve titiz, müthiş bir adam tanıdım.
Ayhan Sicimoğlu’nu bu röportaja ikna etmek hiç de kolay olmadı, onu da söyleyeyim, çünkü o tüm neşesi ve enerjinin arkasında zarif bir mesafesi olan biri.
Hayatını anlattığı akşamlarda sanki bir Yeşilçam senaryosunun içinden geçiyorsunuz, öyle bir çevrede büyümüş. En çok da annesine olan büyük sevgisi etkiledi beni. Hiç unutmayacağım sözleri hep annesiyle ilgili…
Buyrun, “hastası” olduğumuz Ayhan Sicimoğlu !
İş adamlarından taksi şoförlerine, herkes onun hastası !
Türkiye’de insanlar sizi en çok TV programlarınızdan tanıdılar. Oysa siz bundan çok daha fazlasısınız…
Geçen gün biri “Abi senin TV programın mı var ? Biz seni müzisyen biliyorduk” dedi ! Bazen de şu oluyor, konserime geliyorlar “Ayhan bey, sizi görmeye taaa Bursa’dan geldik, hiçbir filmi kaçırmıyoruz” diyorlar.
Konserime gelmiş ama ! Bu da bana biraz tuhaf geliyor, azıcık kırılıyorum bile…
Ama beni en çok duygulandıran şu “hayatımda ilk defa biriyle fotoğraf çektireceğim, o da sizsiniz…” diyorlar. Fotoğraf çektiren her 3 kişiden biri bunu söylüyor.
Kim bu insanlar, nasıl bir kitle sizin takipçiniz ?
İnanılmaz bir kitle. Geçen gün bir hanımdan bir eposta geldi “Ayhan bey, sayenizde 4 kuşak TV karşısına geçiyoruz, sizi izliyoruz.”
Kadınlar var takipçiler arasında, ama erkeklerde de bir “Ayhan ağabey” durumu var.
Birgün bir eposta geldi, sabah saatleri, “Aziz dostum, sabah sporumuz sırasında koşu bandından inip sizi izlemeye başladık. Biz sosu makarnaya dökerdik, siz tersini yaptınız ve makarnayı sosa dökerek pişirdiniz. Bunu öğrenmiş olduk, benim teknede de yaparız bir gün beraber.” İmza : Rahmi Koç.
Aynı gün taksiye bindim, taksi şoförü “vayyy, abi, benim hanım da sana hasta !” dedi. Arabadan indik, fotoğraf çektirdik, cırt gitti tabii hanıma, hemen yanıt geldi “sakın para alma !” diye…
Demek ki Rahmi Koç’tan şoförün hanımına kadar bir grupla bağ kurmuşum.
Niye acaba ? Nasıl başardınız bunu ? Sizi ecnebi görmüyorlar…
Ecnebi değilim ki ben. Ben yemeğe “bismillah”la başlarım, kapıdan girerken sağ ayağımla adım atarım, annemden öğrendiklerim hep… Dua ederim ben.
Arkana Bakma şarkınızda var bu, şarkı sözlerinde sevdikleriniz için dua etmeyi yazmışsınız…
Vatan sevgim çok güçlüdür. Ben uzak değilim ki Türkiye’ye. Bazen “abi biraz halka doğru insen” diyenler de oluyor, ama ben ortada duruyorum, halk bana doğru gelsin… Halka inmek çok ayıp bir laf değil mi ?
Sosyal medyada seven de var hakaret eden de…
Bunlar klavye silahşörleri. Sükut-ü hayale uğramış insanlar, bunu kusmak istiyorlar. Aldırmıyorum çok…
Neye kızıyorlar ?
Birkaç konu var, biri şu “Türkçe Fatiha okunur mu ? Sen kendini ne sanıyorsun lan !”. Türkçe okuyorum evet, Arapça bilmiyorsanız hiç olmazsa anlamını bilerek okuyun. Bir lisanda birine bir şeyler söylüyorsun ama ne söylediğini bilmiyorsun. Tuhaf değil mi bu ?
Bir de bazı tipler var ki, hep negatif, öyle doğmuş. Ağzınla kuş tutsan bunlara yaranamazsın.
“Anne kuraldışı, parlak zekası olan bir kadın, baba idealist, Atatürkçü bir mühendis…”
Bir de Atatürkçülüğünüz meşhur… Sizinki nasıl bir evdi ?
Biz, 7’sini gördük, hem annemizden, hem babamızdan. Babam, Şahap Sicimoğlu inşaat mühendisi, idealist, hayatta gördüğüm en Atatürkçü adam.
“Maalesef Atatürk’ü cenazesinde göremedim, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden cenazeye indik ama teessürden bayılmışım…” Bakar mısınız, teessürden bayılacak kadar bir sevgi. Hastanede gözlerini açmış sonra. Çok ağlamış, cenazeyi kaçırdığı için, bu babam.
Annem, müthiş macera dolu, çılgın, kuraldışı bir kadın. Annesiz büyümüş, büyükannem annem 3 yaşındayken ölmüş. Yazın Fenerbahçe’de, kışın da Adana’da bir köşkte, büyük bir aile içinde büyümüş.
Annenize sevginiz çok derin, çok farklı…
Bir kitabım var “Renkli Masallar” diye, sonunda anneme ithaf bir yazı vardır. Kitabı hastanede bitirdim, kitap bitti, annem öldü.
Yazı şöyle başlıyor “Uyuyamıyorum, göbeğimde bir acı, kalktım sabaha karşı ve anladım “bağ koptu”. O kopması gereken bağ var ya, göbek bağı, doğumda o kopmamış ki, annem toprağa girince koptu, o acı o…”
“Ben, öğrenme meraklısıyım.”
Siz zengin çocuğu musunuz ?
Baba tarafım fakir asilzade. Okumuş, kültürlü, görgülü ama üst orta sınıf. Anne tarafım daha varlıklı, Kayseri’den Adana’ya ilk giden birkaç aileden biri.
Benim çocukluğum ekstravagan bir ortanın üstü ailede geçti.
Ne demek o ?
Türk toplumunda tercih sıralaması yanlışı var. Öncelikler tuhaf… Aylık kazancınız diyelim ki 100 lira, bunu harcama sırası nedir ? En önemlisi, çocukların eğitimi, çocukların ihtiyaçları. Bizim evde böyleydi.
Şimdi ise mesela, şoförle konuşuyorum, başka bir şoförden bahsediyor, adam cep telefonu hastasıymış, bütün parasını buna harcıyormuş. “Çocuklar evde aç abi, biz götürüyoruz o eve yemek” diyor bunu anlatan şoför.
Düşünebiliyor musunuz ?
Sizi izleyen insanlara ne anlatmak istiyorsunuz ?
Herkese bir şey vermeye çalışıyorum. Bakın St. Maarten Adası’ndayız şimdi. “Buraya tatile gelin, haaarika” demek de mümkün. “Bayılıyorum buralara, şampanya için…” filan.
Ama benim sevdiğim bu değil. Buradaki bölümlerden birinde “restorasyon” anlattım, duydunuz siz de çekimlerde.
Dünyada herkes mutluluğu arıyor.
İçimizde. Genellikle tersidir, ne kadar çok para, o kadar az mutlusunuz.
Bir de ne kadar az bilirsen o kadar mutlu olursun diyenler var, hiç katılmıyorum. Ne yani, ne kadar aptal o kadar mutlu mu… ? Bence değil, ben ona inanmam. Ben tam tersine mutluluğun akılla geldiğine inanıyorum.
Nasıl ?
İnsanın aklıdır vücuduna, düşüncelerine, kalbine yön veren. Entelektüel mutlu olmak hakiki mutluluktur.
Birşeyi bilerek ondan zevk almak tercihi. Farkındalık yani.
“Türkiye’de kültür çürüdü. En büyük sorun bu.”
Bu bilinçle bakınca Türkiye’de son yıllar zor geçiyordur sanırım…
Çok zor hem de. Beni öldüren, kahreden şeyler oluyor. Daha havaalanından çıkar çıkmaz, kaçak taksiler, susmayan kornalar, emniyet şeridinden ışıkları çevire çevire geçen siyah arabalar, bir şeyler…
Bir vurdum duymazlık, bir kural tanımazlık.
İnsan, illegal olmak zorunda bu ülkede. Zorlanıyorsunuz.
Siz dünyanın kaç şehrinde yaşadınız ?
Londra’nın güneyinde Bornmouth diye bir şehirde yaşadım. Ordan Londra. Sonra 5 sene İtalya var. En uzun 10 sene New York’ta oturdum. Hayatımın 25 senesi yurtdışında geçti.
En çok sevdiğim NY City olmuştur, zordur ama kültürel olarak en canlı şehirdir orası.
Başlıbaşına bir dünya başşehridir NY, İstanbul’un böyle olması gerekirdi, NY oldu.
Siz fotoğraf okumuşsunuz İngiltere’de…
Evet, ama sadece bölüm değil. Biz, İngiltere’de müziğiyle, yemeğiyle “sanatçı çevresi”ndeydik. Fotoğrafıyla, filmiyler.. Fotoğraf okulu size bir şey öğretmez, sadece teknik.
Okul size bir ortam sağlar. Siz mimari okudunuz mesela, oradaki arkadaşlarla değiş tokuş, muhabbet, düşünce ve birlikte yaratma ortamı. Okulun asıl anlamı budur.
Ne anneniz ne babanız karışmadı size… Kendiniz hiç korkmadınız mı ? Bu kadar özgür ruhlu olmak…
Hayır. Çünkü ben çok az paraya çok iyi yaşayabilmeyi bilen bir adamım. Benim mutluluğumu para hiçbir zaman belirlemedi, hiçbir zaman da belirlemeyecek.
O zaman işte, çıkmaz yola sapmıyorsunuz.
Para mutluluğu belirler derseniz, yandınız.
Bir tarafınızla popüler dünyanın içindesiniz ama büyük de bir derinlik ihtiyacınız var. İkisi bir arada mümkün mü ?
İyi bir barmen içki içmez. İçinde yaşar, tüm gün içki yapar, ağzına bir damla içki koymaz. İyi barmen öyledir.
Ben gece hayatında yaşayan insanım, konserden sonra paşa paşa evime giderim.
Hangisi daha çok üzücü, geldiğimiz bu durum mu, yoksa sizin de tanıdığınız sevdiğiniz, iş dünyasından sanat dünyasından insanların sessizliği mi ?
İkisi kol kola bunların, birincisi ikincisini yaratıyor. Türkiye’nin problemi kültür çürümesidir. Kültür çürüdü bu ülkede, lime lime oldu, aldığınız yerden kalkmıyor, bitti.
İnsanlar da bunun bir parçası, onlar da çürüdü.
“Kızım Ayşe’nin yeri çok özel hayatımda. Bir de kitaplar…”
Sizin tutkuyla bağlı olduğunuz bir şey yok mu ?
Kitaplar ! Kütüphanem çok büyüktür. Kızım Ayşe’ye çok para değil ama büyük bir kütüphane bırakacağım.
O da Allahtan kitaba meraklı.
Ne okursunuz siz ?
Ben tarih okumayı severim. Tarih bilmeden bugünkü dünyayı da, geleceği de bilemezsiniz.
Kızınız hayatında ne anlam ifade ediyor ?
Kızım, Ayşe çok önemlidir hayatımda. Değişik bir kız, değişik büyüdü. Çok iyi bir sanatçı, müziğin klasik alanını seçti. Opera sanatçısı, Paris’te yaşıyor. Benim konservatuar okumamış olmak kompleksimdir hayatta, kızım okudu. Müthiştir.
Ayşe’nin “hastasıyım.”
İnsanlar size mesleğinizi sorduklarında ne diyorsunuz ?
Zor soru diyorum ! Sadece müzisyen desen değil, TV programcısı, sunucu, yapımcı, yazar, hepsi var.
Dünya insanı diyebilir miyiz ? Rönesans insanı.
Rönesans insanı şahane ! Hangisi mutlu etti sizi, kadınlar ve aşklar mı, ülkeler mi, anılar mı ?
Edindiğim arkadaşlar. Arkadaşlarım enteresandır, dünyanın her köşesinden, her meslekten… Ararım sorarım, buluşuruz.
Ama nasıl arkadaşlar ? Karşılıklı birbirinizi zenginleştireceğiniz kişiler. Bunlar asilzade de olabilir, sokak müzisyeni de… Ortak paydaları, akıl. Bir hocam söylemişti “zeki olmayan arkadaşınızı özlemezsiniz…” Güzel laf, değil mi ? Ve doğru.
“Peki Peki Anladık” Ayhan Sicimoğlu’na mı yazıldı ?
Hala hayalini kurduğunuz bir şey kaldı mı ?
Ooo, çok. Ata binmek, Rumca öğrenmek, Atlantik’i yelkenle enden geçmek.
Evde bir stüdyonuz varmış, radyo programlarınızı baştan sona kendiniz kaydediyormuşsunuz…
Gece 3’te, 4’te kalkarım, oturur düşünürüm stüdyomda. Kimse oraya giremez. Her insanın kendine ait bir yeri olması lazım hayatta, çok önemli.
Son sorum da şu, MFÖ’nün “Peki Peki Anladık” şarkısı sizi anlatan bir şarkı değil mi, sizden ilham alınmış… ?
Ben de öyle biliyorum da, sevgili Mazhar sağolsun, gününe göre değiştiriyor bunu. Sabah uyanıyor “yok canım o genel bir şarkı” diyor. Demek Türkiye’de herkes suya dalıyor, ritm biliyor, çok uzaklara gidip, en çabuk o dönüyor, en güzel kızı kapıyor filan… “Genel” olduğuna göre. Ama şarkının aranjörü benim.
Yorumlar