Yeni Çiçek Çocuklar
Bir süredir Güney Fransa, Cannes’dayım.
Dünyanın en ilginç iletişim etkinliklerinden birini izliyorum, Uluslararası Yaratıcılık Festivali Cannes Lions’u.
69. yılını kutlayan festival büyük reklam ajanslarını, kreatif direktörleri, büyük markaları, dünyanın en güçlü pazarlamacılarını, sosyal medya platformlarını ve iletişim alanında aklınıza gelen her türlü yayıncıyı bir araya getiriyor.
Cannes Lions’da bir de yarışmalar bölümü var. Altın Aslan Ödülü almak için 43 bin çalışma başvurmuş bu yıl, festivali izleyenler ise 13 bin kişi !
Görseniz, Cannes sokakları dev bir üniversite yerleşkesi gibi, hepimiz sabahtan akşama bir salondan diğerine koşuyor, dünyayı, iletişimin geleceğini anlamaya çalışıyoruz.
Hollywood yıldızlarından büyük markaların kurucularına, dünya reklam sektörüne yön veren ajanslardan şöhretli sporculara, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’dan rock yıldızı Iggy Pop’a çok acaip adamları ve şahane kadınları dinledik.
Bir haftalık Cannes izlenimlerimi SÖZCÜ Web için özel bir yazı dizisi olarak hazırlıyorum.
Benim gördüğüm şu; Internet ve birbirine bağladığı milyarlarca insan sayesinde dünyada yeni bir Çiçek Çocuklar nesli başlamış.
Cannes Lions’taki neredeyse her konuşmacı “güven ve paylaşım zeminli ekonomiden”, “bir amacı olan iş modellerinden”, en çok da “kadınlardan ve çocuklardan” söz etti.
Bambaşka bir dünyanın eşiğindeyiz, tüm insanlığın birbiriyle bağlanacağı güne çok az kaldı. Gelişme ve değişim büyük bir sıçrama halinde gerçekleşecek.
Teknolojiden söz etmiyorum, “gerçeklerin saklanamayacağı” bir dünyadan söz ediyorum.
Ofislerin olmadığı iş yerlerinden, sürekli seyahat eden ama otellerde değil evlerde kalan iş insanlarından, arabaların paylaşıldığı yeni yaşam tarzlarından söz ediyorum.
Mülkiyet bitiyor. Yerine “kaynakların herkese açıldığı ve paylaşıldığı” yepyeni bir dünya kuruluyor. Bit Coin komün ekonomisini destekleyen bir sanal para birimi, airbnb insanların evlerini internet üzerinden seyahat edenlere kiraladıkları bir web sitesi, blablacar ve Uber ile dünyanın her yerinde araç ve şoför bulabiliyorsunuz.
Spotify ile hiçbir CD satın almadan dünyanın her dilinde üretilen müziği dinleyebiliyor,
YouTube – Facebook ve Twitter sayesinde her saniye her yerden gerçek habere ulaşabiliyorsunuz.
Dünya hiç bu kadar “birbirine bağlı” ve “paylaşımcı” olmamıştı.
Bu iş modellerinin tümü “bir insanın diğerine güvenmesi” üzerine kurulu.
“Post ekonomi” diyorlar buna, bildiğimiz ekonominin sonu yani!
Bir de “iyilik hareketleri” var.
Son örneklerden biri Google ve YouTube’un dünyadaki mülteciler için geliştirdiği bir yazılım. Bu yazılım sayesinde mülteciler akrabalarını bulabiliyor, indikleri ülkenin dilini bilmeseler de bakkal nerede, otobüs kartı nasıl alınır gibi bilgilere ulaşabiliyorlar.
Cannes Lions bana hem heyecan hem umut verdi.
Dünyada bütün bunlar olurken aynı anda terörist hareketlerin, şiddetin ve aşırı liderlerin güç kazanması tuhaf gelebilir.
Aylardır dünyanın çok farklı köşelerinde tanıştığım, konuştuğum, seyahat ettiğim, dinlediğim ve röportaj yaptığım insanlardan edindiğim sonuç şu :
Kendilerini ve ülkelerini “yalnızlaştıranlar” eninde sonunda kaybedecek, hem de “büyük kaybedecek…”
Kendilerini ve ülkelerini dünyaya ve paylaşmaya açanlar ise “büyük kazanacak” !
Kızlar eve, çocuklar işe
Dünyada bunlar yaşanırken, peki biz madalyonun hangi tarafındayız sizce ?
Gezi Çocukları’na, şimdilerde ayaklanan liselilere, üniversite mezuniyetlerinde pankart açan gençlere, Oy ve Ötesi gibi yeni neslin kurduğu sosyal sorumluluk hareketlerine bakınca sanki başarabilirmişiz gibi… Ama Eğitim Sen’in açıkladığı son rapordaki veriler korkunç !
Rapora göre 2013-2014’te yüzde 99.6 olan kız çocuklarının okullaşma oranı yüzde 95’e gerilemiş. 2015 yılında 18-24 yaş arası 3.2 milyon genç okulu terk etmek zorunda kalmış.
Türkiye’de yoksul ailelerden gelen kızların yüzde 6’sı iki yıldan az eğitim görüyor, üstelik bu oran Doğu illerinde yüzde 43’e kadar çıkıyor !
Son rakam da çocuk işçilere dair, Türkiye’de 1 milyona yakın çocuk işçi var, 160 bini kız çocuğu. Söyler misiniz yazık değil mi bu ülkenin çocuklarına ? Ve bu güzelim ülkeye. Yazık değil mi ?
Cannes’da bir Bolivyalı
Cannes öylesine doluydu ki, festivali izlemek için 40 dakika mesafedeki bir banliyöde kaldım.
Haftalığına 11 Euro ödediğim bir kartla, belediye otobüsüyle gidip geldim Festival Sarayına.
Seyahat ettikçe ve insanlarla konuştukça bakın dünya nasıl da küçülüyor; bir akşam bir kadın oturdu durakta yanıma, ikimiz de aynı yöne otobüs bekliyoruz.
Sohbet etmeye başladık, Bolivyalı bir resim öğretmeniymiş, bir Avustralyalı ile evlenip oraya taşınmış, Cannes’a tatile gelmişler. Ailesi hâlâ Bolivya’daymış, babası Evo Morales’in sevmediği bir ekonomistmiş, Morales sevmediği herkesi hapse atıyormuş.
Başladı Bolivya Diktatörü Morales’in halkı nasıl aldattığını, büyük vaatlerle gelip nasıl yolsuzluk yaptığını, yasaları değiştirdiğini, rakiplerini yok ettiğini, kendisine karşı çıkan herkesi hapse attığını anlatmaya…
Anlattı, anlattı. Sonra sordu “siz nerelisiniz ?”
“Türk’üm” dedim, “Türkiye’den geldim festival için”.
“Ah o zaman beni çok iyi anlarsınız, sizin de başınızda çok benzer bir diktatör var değil mi ? Herkesi hapse atıyor.”
Yaaa, öyle işte.
Cannes’da bir otobüs durağında tanıştığım aslen Bolivyalı ama Avustralya’da yaşayan kadın !
Sen çok yaşa emi…
Michael Jackson bir sapıktı
Evet öyleydi.
Bir ruh hastasıydı.
Tüm dünyanın gözü önünde çocukları en iğrenç biçimde kullandı, bu amaçla Disney çizgi film kahramanları ile dolu dev bir malikane yaptırdı.
Bugün artık bu rezillik her boyutu ile ortaya çıkıyor, malikanede neler bulunmuş neler…
Hepimiz biliyorduk, bilmiyor muyduk ? Bu pisliğe herkes gözünü kapattı, sırf daha çok kazanmak için. İşte buraya açıkça yazıyorum : Michael Jackson bir sapıktı, iğrenç biriydi ve benim midemi bulandırıyor. Dünyanın en değişik dansını da yapsa değişmez bu !
BAK KIZIM
Sen inanmadan kimse inanmaz. Kendine inan.
Yorumlar