Aile, kadın ve evlilik

  • 12 Mayıs, 2016
  • Yorum yapılmamış
  • Yazar: Özlem Gürses

21

Başlık aslında bana ait değil.
Büyük ilgiyle okuduğum psikolog Alper Hasanoğlu’nun diken.com sitesindeki son yazısından.
Hasanoğlu, kendini dindar-muhafazakar olarak tanımlayan psikiyatrist Nevzat Tarhan’ın ‘Evlilik Psikolojisi’ isimli kitabı hakkında düşündüklerini yazmış.
Doğrusu ben kitabı okumamıştım; Alper Hasanoğlu da yeni okumuş ve şok geçirmiş.
“Bir hekim, bir sosyal bilimci nasıl böyle şeyler yazabilir?” diye soruyor. Zira ‘Evlilik Psikolojisi’ isimli bu kitap, kadınlık ve evlilik üzerine inanılmaz fikirlerle dolu!
Buyurun, işte bazıları:
-“Sistemleri ayakta tutacak genç nüfusun azalması, hükümetin etkisinin yatak odalarına girmemesi politikacıları düşündürüyor.”
-“Çoğu evde, erkek eve geldiği zaman bir akşam sendromu yaşanır. Erkek eve girer girmez, eşi hemen ya çocuklardan ya da herhangi bir sorundan şikayet etmeye başlar. Erkek o anda yorgun, işte yaşadığı sorunlardan ötürü zayıf ve kırılgan halde ise kontrolsüz biçimde tepki verir. Bu nedenle kadınlar problemleri anlatmak için akşam sessiz bir zamanı kollamalıdır.”
– “Feminist akımın kadını özgürleştirme hareketi evliliği kurban etti. Bu nedenle Batı’da kurulan ailelerin yarısı dağılmakta.”
-“Flört, ‘evlenilecek kişinin tanınması’ adı altında, ‘sevgili olunmadan evlilik olmaz’ anlayışının bir ürünüdür aslında. Flört tarzında yaşanan birlikteliklerin bedelini genellikle genç kızlar öder.”
Hepsi birbirinden efsane açıklamalar değil mi?
Hayır, tabii ki şaşırmıyoruz artık böyle kafalara.
Bin yıldır duyduğumuz şeyler, hatta aynen de böyle düşünülen evlerde büyüdük çoğumuz.
Ama yıl olmuş 2016, hâlâ bu fikirleri ‘bir psikoloji’ kitabına yazmanın alemi var mı?
“Devletin yatak odalarına girmesi…” de ne demek!!!
Kadının evde erkeği beklemek ve koca eve gelince de onun başının etini yemekten başka bir rolü yok mudur bu koca hayatta?
Ha, flörtün bedelini günümüzde de genç kızlar ödüyor; bakın bu doğru.
İyi de, bedel ödetenler de hep bu feci kafadaki erkekler değil mi?
‘Eğlenilecek’ ve ‘evlenilecek’ diye kadınları ikiye ayıran o rezil bakış açısı değil mi?
Boşanmak isteyen eşlerini sokaklarda hatta çocuklarının gözü önünde bıçaklayan da bu adamlar değil mi?
İyi ki okumamışım bu kitabı; hiçbir şey kaybetmedim.
Ama ya okuyanlar?
Peki Prof. Nevzat Tarhan’a danışmanlık için giden binlerce insan?
Onlar evliliği tek meşru birliktelik modeli, kadını evde koca bekleyen insan, feminizmi neredeyse ahlak karşıtı bir hareket filan sanıyor.
Flört eden genç kızları ‘illa ki bedel ödeyecek olan mağdurlar’…
Devleti de ‘yatak odalarına girmesi uygun’ bir yapı.
Ben de diyorum ki: “Kadının kendini gerçekleştirmesi ve özgürleşmesiyle dağılacak olan her evlilik bırakın dağınık kalsın!”
Dağınık hali, yalanlar üzerine kurulu toplu halinden bin kat daha iyidir.

20

Ben de ölümden korkuyorum!

Hem de çok.
Nebahat Çehre son katıldığı televizyon programında “Yaş aldıkça ölümden korkuyorum” demiş.
Eskiden beri ben de korkarım, hatta pek de düşünmemeye çalışırım.
Ama biricik anneannemi toprağın altına koyup akşam uyumak için eve geldiğimiz günden beri ölüm benim için bir başka şekle büründü.
Ne yazık ki ölümden sonrası için kesin fikirlerim yok; o nedenle ‘ölmek’ hep bir muamma benim için.
“Anneannem nerede?” diye sürekli düşünüyorum. “Biz nereye gideceğiz?”.
Tüm korkum bundan, yani bir meçhulden…
Bir arkadaşım, “Korkma; sen varken ölüm yok, ölüm varken sen yoksun” demişti.
Bu cümle de çözemedi korkumu.
Ben hâlâ “Hepimiz şuraya gideceğiz” de diyemiyorum, “Ölüm zaten kesin son. Ondan sonrası yok, rahat ol!” da…
İkisinin arasında bir yerde, arafta bir muammadayım.

Kategoriler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir