Anadolu’ya gönülden bağlıyım

  • 25 Mart, 2016
  • Yorum yapılmamış
  • Yazar: Özlem Gürses

Röportaj Özlem GÜRSES Fotoğraflar: Yalçın Bel 

Anjelika Akbar 25 yıldır Türkiye’de yaşayan bir Rus. 2 yaşından beri beste yapan, çok özel yeteneklere sahip bir müzisyen. Türkiye’yi çok sevdiğini biliyorduk ama Türkiye sevdası yüzünden gözyaşı dökecek kadar aşık olduğunu bilmiyorduk…

Anjelika Akbar’la Boyut Yayın Grubu ile işbirliği yaptığı ve müziklerini bestelediği ‘Pitoresk İstanbul’ sergisini konuşmak için buluştuk. Haberin içinden başka haberler çıktı, meğer Türk – Rus krizi bu serginin de kaderini değiştirmiş! Anjelika’nın nasıl derinden bir Türkiye aşığı olduğunu biliyordum, ama yine de buluştuğumuzda karşılıklı gözyaşı dökeceğimizi düşünmemiştim… İşte o sohbet.

İKİ YAŞINDAN BERİ BESTECİ

Özlem Gürses: Hep enerjisi çok olumlu, hep gülümseyen bir kadınsın. Bu kadar mutlu olmak sanat üretmene engel bir şey mi?
Anjelika Akbar: Hayır, benim demek ki doğam öyle. Beni besteci ve müzisyen olarak besleyen o kadar çok öğe var ki… Üzüldüğüm zamanlar da oluyor elbette..
ÖG: Ne besliyor, ne etkiliyor seni ?
AA: İnsan halleri, olaylar, bazen de doğa. Ama daha çok insanlar. Ben çocukluğumdan beri hep beste yaptığım için benim hayatla kurduğum iletişim bu şekilde. Müzik bir dildir ve etkilendiği şeyleri insan nasıl birbirine anlatıyorsa ben de müzik diliyle anlatıyorum.
ÖG: Ne zamandan beri bu böyle?
AA: Hep öyle… Ben doğaçlamaları 2 buçuk 3 yaşındayken yapmaya başlamıştım. 2 buçuk yaşındayken bütün notaları biliyordum, piyano çalıyordum zaten. Babam orkestra şefiydi, annem de orkestra koro şefi. Babam felsefeciydi aynı zamanda.
ÖG: Nerede?
AA: Sovyetler Birliği’nde. Kazakistan’da doğdum, babam oraya orkestra yönetmek için gitmiş. Annem, babamın orkestrasına girmiş, o şekilde tanışmışlar. Rusya’da 2 yaşından itibaren çocuklar klasik müzik konserlerine gidebilirler. En ön sıradan operayı, baleleri, konserleri izlerdim. Bayılırdım! Benim için büyük bir bayramdı, zaten ben ısrar ettiğim için öğretmişler notaları, piyanoyu… Önce üstün yetenekli çocuklar için 11 senelik özel bir okula gittim, Moskova Konservatuvarı’na bağlı. Daha sonra yüksek lisans ve doktora yaptım.
ÖG: Nasıl bir müzik yapmak istedin?
AA: En çok sevdiğim ve kendimi en iyi ifade ettiğim alan senfonik müziktir. Ben bir de direkt yazıyorum, yani önce piyano sonra diğer sesler değil, hepsini aynı anda yazıyorum.
ÖG: Film müzikleri de yaptın.
AA: Çünkü insanları ve insan ilişkilerini irdelemeyi seviyorum. Film müziği bu anlamda benim en çok ilgimi çeken şeylerden biri. Belgesellere müzik yaptım. En son Türkiye’de Burak Göral’ın ‘Beni Unutma’ filmine müzik yaptım.

TÜRKİYE AŞKI AĞLATIYOR

ÖG: Sen, ilk evliliğinle Türkiye’ye geldin. Ama burada yaşamayı seçmemiş olabilirdin.
AA: Tabii ama Türkiye’de kalmayı tercih ettim. Türkiye’ye aşık oldum, ciddi ciddi aşık oldum. Ve başka hiçbir yer düşünmedim (ağlamaya başladı burada). İnsanlarını çok sevdim. (ağlıyor hala). Soruyorsun ağlıyorum işte…
ÖG: Çok ilginç Anjelika. Acaba daha önceki hayatlarından birinde bir bağın mı var burayla?
AA: Kim bilir? Çok seviyorum. Burada çok özel bir şey var, onu dile getiremiyorum. Bak mesela Türkçe’de ‘gönül’ kelimesi var. Bir şeyin kelimesinin olması için o şeyin gerçekten olması gerekiyor. “Gönül” bir mahaldir, özel bir şey, o bir haldir. Türkçe’de ve Türkiye’de, bu Anadolu topraklarında bir hazine var, ben onu hissediyorum, dile getirmek zor. Ne Himalayalar’da ne bilmem ne Aşramları’nda… Hepsine gittim, her yere gittim, hiç öyle bir şey bulamadım. Burada belki üstü biraz kapalı bunun ama Anadolu’da bir şey var, beni çeken.
ÖG: Rusya’da, doğduğun topraklarda aynı şekilde hissetmiyor musun?
AA: Hayır. Ben çok severim orayı da, çok özlerim. Oradaki kültürel yaşamı, oradaki başka türlü zenginliği… Ama hayır. Türkiye çok özel bir yer, öyle hissediyorum. Yoksa ne işim var ki burada?
ÖG: Ne işin vardı hakikaten? UNESCO için mi gelmiştin?
AA: Evet, eski eşimle gelmiştik. Ben UNESCO üyesiydim, uluslararası bir film için ben müzik yapıyordum, eski eşim de senaryo yazarıydı. O sırada Yürek’e hamileydim, doktorlar uçmama izin vermedi ve Yürek İstanbul’da doğdu. Ne dilini, ne kültürünü, hiçbir şeyini bilmiyordum.

MUTLU AŞK ŞARKILARI

ÖG: Albüm yaptın ve konserlerde verdin
AA: Hakan Aysev’le yaptığımız ‘Mutlu aşk Şarkıları’ albümümüz çıktı. Biz Hakan’la çok eski dostuz, 23 sene filan… Albümde daha az eser var, ama konserlerimizde Yirmiye yakın farklı dillerde şarkılar var, benim bestelerim de var. Bu albüm 14 Şubat’ta çıktı, konserler devam ediyor.

HİÇ TÜRÇE DERSİ ALMADIM

ÖG: Zorlanmadın mı? Üstelik o arada eşinden de ayrılmışsın.
AA: Korkmadım hiç. Sadece kalbimi dinliyordum, o da bana “burada kal” dedi. İki sene boyunca sustum, dil bilmediğim için! Hiçbir zaman da Türkçe dersi almadım, kendim öğrendim. Duyarak, bebek gibi. Yavaş yavaş çalışmaya başladım, özel birkaç öğrencim oldu önce. Sonra Hikmet Şimşek beni fark etti. Ankara’da yeni konservatuar kuruluyordu, iş bana kaldı. Aynı zamanda kendim de okudum. Dilini de çok sevdim. Bana çok müzikal, mistik ve cazibeli geldi Türkçe.
ÖG: O kadar ki Türkçe beste yapıyorsun…
AA: Tabii, şiirleri Türkçe yazıyorum, kitap yazdım Türkçe.
ÖG: Türkiye’nin içinden geçtiği dönem seni üzüyor mu?
AA: Üzüyor (ağlamaktan konuşamıyor). Türkiye çok daha güzel şeylere layık ve inşallah olacak, ben buna çok inanıyorum. Ağlattın beni…

PİTORESK İSTANBUL SERGİSİ

ÖG: Bir de İstanbul Sergisi yaptın. O derece Türk oldun!
AA: Bana soruyorlar ‘nerelisiniz’ diye, ‘Türk’üm’ diyorum.
ÖG: Biraz sergiyi anlatır mısın?
AA: Boyut Yayın Grubu Genel Sanat Yönetmeni Murat Öneş ile bir araya geldik. İstanbul aşığı Rus ressam Ayvazovski’nin kitabıyla ilgili çalışıyorlardı. Bana “Dijital bir sergi yapmak istiyoruz” dediler. Rusya’nın en önemli Ayvazovski uzmanı bizimle aylarca çalıştı, arşivleri açtı. Tarih profesörleriyle masada gözyaşı döktük!
ÖG: Neden ?
AA: Ruslar duygularını o kadar rahat dile getirmiyorlar. O Rus tarih profesörü toplantılarda ağlıyor ve diyor ki, “Biz, Türkler ve Ruslar yan yana olduğumuz halde hep düşman gibi gösteriliyorduk, bu proje politikacıların bile yapamayacağı bir şey.” Adam ağlıyor, tercüme ederken ben de ağlıyorum.
ÖG: Ve kriz çıktı, Rus uçağı düşürüldü.
AA : ‘Ayvazovski’nin İstanbul’u’ sergisi iptal oldu! Biz serginin ismini ve içeriğini biraz değiştirerek yola devam ettik. Şu anda sergiyi sadece Ayvazovski olarak değil İstanbul aşığı ressamlar olarak açtık. Bir harman yaptık, yine İstanbul üzerine, yine benim bestelerimle…

 

Kategoriler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir