HASTALIKTA… VE SAĞLIKTA…
Hayat, bir hastane odasına sığdığında yaşanacakların sadece hastalık ve sağlıkla ilgisi olacağını sanırsınız…
En azından ben öyle sanıyordum.
Pazartesi sabahı annemin kalça protezi ameliyatı için odaya yerleştiğimizde tüm aile de bizimleydi ! Kardeşler, gelinler, kuzenler, kuzen çocukları…
Kalabalık odada en sıcak başlık aile dedikodularıydı; kim boşanmış, kim evlenmiş, kim ölmüş, kim kimin için ne demiş… İkinci sırada ise kaçınılmaz olarak siyaset vardı.
Bir “10 Kasım sabahı” ameliyata hazırlanırken annem hemşireden izin istedi, saygı duruşuna kalkmak için.
Açtık televizyonu, hep birlikte kalktık. Hemşireler ve sağlık personeli de… Sonradan öğrendik ki hastanenin girişinde bir tören bile yapılmış, herkesin yakasında Atatürk rozetleri.
Çok duygusal sahneler, kabul. Ama çok da tuhaf.
Bir hastane odasında insanları bu noktaya getiren güdünün sadece saygı ve sevgi olduğunu söylemek yetersiz kalır… Bu durum, sandıktan çıkan “istikrar” talebinin Türkiye’nin “normalleşmesine” hiçbir katkı yapmadığının da bir göstergesi.
AKP yüzde 49 buçukla tek başına iktidar oldu, ne yazık ki bu sonuç memleketi “tek başına” yönetme hırsına dönüşüyor git gide.
Mesela kabinenin içinde “mini kabineler” olacakmış, güvenlik, dış politika ve ekonomi alanlarında. Kime bağlı çalışacakları belli.
Ameliyatın ikinci sabahı kapımız çalınıp “hangi gazeteyi istersiniz ?” sorusuyla karşılaşınca okunan gazetelerin de bizi farklı vagonlara böldüğünü hatırladık !
Hastane koridorunda yürüteçle insanlar karşı karşıya yürürken bir an için unutuyoruz.
Ama aslında 49 buçuk ve 50 buçuk arasındaki fay hattı onulmaz biçimde genişledi. Önümüzdeki 4 yıl daha da açılacak. Korkarım ki 50 buçuğu temsil eden muhalefetin içine girdiği siyasi karmaşa da buna katkı sağlayacak.
Pek çok kişiyi umutsuzluğa, yılgınlığa götüren de işte bu tablo : Ne hastalıkta… ne de sağlıkta bir araya gelebilen iki Türkiye.
BELİRSİZLİK
Dünyada beni “belirsizlik” kadar yoran başka bir şey yok. Bir sis bulutu içinde nereye varacağını bilemeden bir meçhule ilerlemek… Korkunç. Üç gün önce hayatını kaybeden Fransız Felsefeci Andre Gluksmann’ın şu cümlesi nasıl iyi geldi anlatamam : “Aklın hakiki görevi belirsizliği onaylamaktır.”
MUTLAKA GİDECEĞİM
Zorlu PSM’de 3 konser var :
Fars asıllı keman virtüözü Farid Farjad, 19 Kasım’da
Shine filminin piyanisti
David Helfgott, 23 Kasım’da
Ve bayılarak dinlediğim
2CELLOS, 22 Aralık’ta… Kaçmasın !
KÜRTLERE GÖRE BEYAZ TÜRKLER SAYESİNDE, TÜRKLERE GÖRE KÜRT OLDUĞU İÇİN MEŞHUR !
Sadece siyasette değil sanatta da farklı vagonlar var. Ressam Ahmet Güneştekin bu vagonların ortasında Beyaz Türklerin ve Siyah Kürtlerin aynı anda uzak kalmaya çalıştığı bir isim olarak duruyor. Sadece resimleri ve resim tekniği değil, bir sanatçı olarak yaşam tarzı da sürekli tartışma konusu ! Güneştekin’in Tepebaşı’ndaki atölyesini ziyaret etmiştim, ancak kapsamlı bir yurtdışı sergisini ilk kez geçen hafta Barcelona Malborough Galeri’de izledim.
“Kökenin Yetisi” daha önce Joan Miro, Salvador Dali ve Uluslararası Gaudi Yılı sergilerini üstlenen sanat tarihçisi Daniel Giralt-Miracle küratörlüğünde açıldı.
Sergide Ahmet Güneştekin’in dizi resimleri Konstanniye Yüzleşmeler Serisi’nden parçalar ve tekil çalışmalar toplam 20 eser var. Eserlerin çoğu ilk 2 gece İspanyol koleksiyonerlere satılmıştı bile !
Güneştekin, son 3 yıldır Türkiye’de sergi yapmıyormuş. Sanırım bunda “İstanbul sanat çevreleriyle kan uyuşmazlığının” da etkisi var.
Sadece kurulduğu ilk yıldan bu yana Contemporary İstanbul Sanat Fuarı’nda 4 gün yer alıyor.
2017 yılının sonuna kadar yurtdışı sergi ajandası dolu. Dubai’den Hong Kong’a Moskova’dan Miami’ye geniş bir coğrafyada yer alacak. “Bir Batılı kadar evrensel, bir Doğulu kadar yerel…” Sergileri için yazılan yorumlardaki kilit cümle bu. Enteresan bir “kimlik” Ahmet Güneştekin. Metal, ahşap, taş ve camın kullanıldığı resimleri de öyle. Ve anlaşılan daha uzun süre “bir aşk ve nefret” objesi olarak yaşamaya devam edecek ! Biliyorum ki kendisi bundan rahatsız. Ama sanatçının belki de ilk öğrenmesi gerekenlerden biri : insanların senden nefret etmesinden beslenmek. Barcelona’ya gitme planınız varsa “Kökenin Yetisi” 12 Aralık’a kadar Malborough Galeri’de gezilebilir. Ya da Güneştekin’i İstanbul’da izlemek isterseniz atölyesi herkese açık, Tepebaşı’nda kime sorsanız gösterir !
3D PORNO MU SANAT MI ?
GASPAR NOE’NİN ‘LOVE’ FİLMİNİ İZLEDİM
New York’ta olduğum hafta tam da o günlerde gösterime giren çok tartışmalı bir filmin Gala’sını izleme şansım oldu.
Love ( Aşk ) Arjantin asıllı Fransız yönetmen Gaspar Noe’nin 4. uzun metrajlı filmi. Paris’e gelen Murphy isimli genç bir Amerikalının Electra ile tanışıp aşık olmasını anlatıyor. Film, 68. Cannes Film Festivali’nde gösterildi ve “rahatsız edici” içeriği ile çok konuşuldu. Çünkü dörtte üçü akla hayale zor gelecek sevişme sahnelerinden oluşuyor. Üstelik 3D gözlüklerle 3 boyutlu izleniyor. Yani kimilerine göre 3 boyutlu bir porno!
Çok değişik bir duygu olduğunu söylemeliyim. Gerçekten de sanki her şey sizin de bulunduğunuz bir odada, hatta yatakta gerçekleşiyor. Derinlik duygusu filmi karikatür bir iki boyutlu porno olma riskinden çıkarmış, dev ekranda gerçek bir aşkın tensel sürecine tanık oluyorsunuz. Ben filmi aralarında filmin yönetmenin de bulunduğu New York’un marjinal sanat çevreleriyle birlikte izledim.
Doğrusu bende bir seks duygusundan çok depresif bir iz bıraktı. Anlaşılan böyle hissetmekte yalnız değilmişim, eleştirileri okuduğumda pek çok kişinin bunu yaşadığını gördüm. Yönetmen Gaspar Noe, gala gecesi filmi şöyle anlattı : “Bu sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda bir nefret ve bir seks hikayesi. Çünkü aşk böyledir. Bu bir melonkolik drama. Çünkü aşk tensel bir şeydir. O tensel tutkuya bağımlı hale gelirsiniz ve kaybetme korkusu sizi esir alır. Sadece aşık olduğunuza değil kendinizin aşık halinize de tutulursunuz. Kayıp, ikisinin de kaybı demektir.”
Ve öyledir.
NOT: Bu filmi Türkiye’de görme şansınız yok.
BAK KIZIM: Aşk sevgiye dönüşür sanma.. dönüşmez. Aşk aşktır. Başlar ve biter. Yerine bir şey koyamazsın.
Yorumlar