Kendine yolculuk
Milano’da bir otel odasında uyandım.
Yağmur yağıyor…
Bir süredir çok seyahat ediyorum.
Ve hep düşünüyorum; aile, çocuklar, annelik ve kadınlık üzerine…
İnsan seyahat ederken başkalarından ve ülkenin her geçen gün daha da karanlıklaşan gündeminden kaçıyor belki ama kendine yakalanıyor.
Çünkü insan kendinden kaçamıyor.
29 yaşındayken anne olma isteğim tavan yapmıştı; bu, hormonlarla ilgili bir durum belki de. Sokakta gördüğüm her bebeği seviyor, “Ya anne olamazsam!” diye endişeleniyordum.
32 yaşında evlendiğimde ise evliliğime hiç zaman tanımadan anne oldum. İnanın çok hızlı geçiyor zaman, oğlum Uzay şimdi 13 yaşında.
Annelik üzerine pek düşünmemiştim. O dönemde işi bıraktım ve oğluma odaklandım. En büyük derdim oğlumun ‘temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir düzen’ kurmaktı.
Ben de eşim de kişisel önceliklerimizi hep erteledik, hatta neredeyse yok saydık.
Şimdi çok yoğun çalışıp seyahat ederken oğlum hep aklımda. En çok onu özlüyorum.
Ama anneliğin sadece bakmak, büyütmek olmadığını biliyorum artık.
Bir çocuk her şeyden önce ebeveynlerinden ilham almalı. Kendini gerçekleştirmek, olduğundan farklı gözükmemek, cesur olmak ve hayallerinin peşine düşmek için ilham almalı…
Bir çocuğun, kollarında güven duyacağı sıcak bir sevgi kadar, hayran olacağı kahramanlara da ihtiyacı var.
Biz toplumsal olarak çocuklarımızı ‘yorulmasınlar’ diye yetiştiriyoruz, sorumluluk vermiyoruz. “Yapabilirsin” demek ve teşvik etmek yerine “Aman yapma!” uyarısı yaparak onları engelliyoruz.
Çevremdeki her anne-baba, her şeyden önce ‘normal’ olmasını istiyor çocuklarının, ‘standart’ yani.
Standart çocuklar mutsuz yetişkinlere dönüştüğünde de şaşırıyoruz. Şaşacak bir şey yok oysa ki, hayatları boyunca hiçbir risk almayanların sonunda varacakları yer orası.
Bir süredir oğlum annesi Özlem’i değil, çalışma ve yolculuk arkadaşlarının tanıdığı Özlem’i yaşıyor.
Ona hayallerimi, yapmak istediklerimi, pişmanlıklarımı, kadınlık ve erkeklik üzerine fikirlerimi, hayal kırıklıklarımı anlatıyorum.
Uzay’la seyahate çıktığımızda ya da bir yemeğe gittiğimizde, olmadığım biri gibi davranmıyorum artık. Kahkaha da atıyorum, espri de yapıyorum, içki de içiyorum, dans da ediyorum.
Kadın olmanın en neşeli ve çılgın hallerine tanık olsun istiyorum.
Özgürlüğün ve eşitliğin değerini görsün. Toplumun klişeleri değil yaşamdaki sonsuz seçenekler ona yol göstersin.
Kendini hiçbir yere değil, bu gezegene ait hissetsin, dünya vatandaşı olsun.
Kendinden başkalarının farkına varsın, başka inançlar, diller, kimlikler, fakirlik, çaresizlik olduğunu da bilsin.
Ve en önemlisi asla ‘vazgeçmesin.’ Hizmet edilen ve bekleyen biri değil, yapan ve paylaşan biri olsun.
Milano’da bir otel odasında yazıyorum…
Yağmur yağıyor.
Yarın yine yolda olacağım.
Her seferinde ona, evime dönmek üzere.
Uçakları kadınlar uçuruyor!
Geçen hafta İsrail’deydim.
Annemi götürdüm, Sacred 7 ile uzun zamandır planladığımız bir geziydi. İzlenimlerimi yazacağım.
Dönüş uçağında, Pegasus’ta bir kadın sesi anonsa başladı “Kaptanınız ben…”
Annem döndü ve dedi ki: “Bayılıyorum kadınların uçağı uçurmasına, bak pilotumuz bir kadın, harika değil mi?”
Bana söylemesi yetmedi, arka sıradaki yolculara döndü ve “Farkında mısınız?” dedi. “Kaptanımız bir kadın!”
Kadınlar, kadınların başarmasından mutluluk duyuyor. Hele her gün bir kadının öldürüldüğü bu korkunç dönemde…
Dün de Twitter’da zevkle takip ettiğim aktivist ve ekolojist Özcan Yüksek bakın bu fotoğrafı koymuş, altına da şu notu düşmüş: “İstanbul-Şikago uçuşunu yapan kaptan pilot Emel Arman ve Ferihan Işık. THY tarihinde ilk kez Atlantik ötesi uçuş.”
Yaşasın kadınlar! Uçsun ve uçursunlar!
Yorumlar