Bu kimin Nobel’i?
Prof. Aziz Sancar Nobel aldı, Türkiye bilimi hatırladı. Hatta bilim yazan bir iki gazeteci hariç tüm medya ve halkımız da Aziz Sancar isimli bir kişinin varlığından haberdar oldu. Sadece bu bile iyi haber.
Perşembe gecesi İsveç’in başkenti Stokholm’de düzenlenen olağanüstü şık ödül töreni televizyondan canlı yayınlanırken hepimiz gururlandık, gözyaşlarımızı tutamadık.
Sosyal medya hesaplarımızda Aziz hocanın fotoğraflarını paylaşıp geleceğe dair ümitli mesajlar yazdık.
İyi de bu başarının Türkiye ile ne ilgisi var?
Prof. Aziz Sancar’ın yokluklar içinde geçen gayretli bir çocukluk hikayesi dışında Türkiye’yle ne gibi bir bağı var ?
Sekiz çocuklu bir ailenin evladı olarak doğup büyüdüğü Mardin’in Savur İlçesi’nde Nobel törenini birkaç kahvehanede canlı olarak izledi “hemşehrileri”. Elbette sevindiler.
Ama Nobel Kimya Ödülü’nden çok daha derin meseleleri vardı. Günlerdir bitmeyen çatışma süreci mesela… Ve nereye varacağı öngörülemeyen buzdolabına kaldırılmış
görüşmeler.
Aziz Hoca’nın tüm eğitim hayatını geçirdiği Mardin’de okullar açık. Ancak daha geçenlerde gazetelerde yer alan haber çocukların ne şartlarda eğitime devam ettiğinin çarpıcı bir göstergesi. Bölgedeki çocuklar Türkçe dersinde “Okul yolunda gördüğünüz taşıtları yazınız” sorusuna “TOMA, Akrep, Ambulans” yanıtları verdiler.
Olsun, yine de Savur halkı Nobel’i alkışladı.
Türk kökenli ilk Nobel Kimya Ödülü sahibi Sancar, Mardin’de lise mezuniyetinin ardından Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni de birincilikle bitirmiş.
Onun mezun olduğu okulda bugün profesör seviyesinde neredeyse hoca kalmadı ! Tam gün yasasının ardından 200’e yakın hekim hastaneyi bıraktı. Hastane bir yandan kalifiye personel kaybediyor bir yandan da birikmiş borç yüküyle uğraşıyor.
Aynı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde daha birkaç ay önce bir hekim hasta yakınları tarafından ağır biçimde dövüldü. Üstelik sadece o değil, hastabakıcılar da darp edildi, o kadar ki o katta acil hizmeti verilemedi.
Nobel Kimya Ödüllü Aziz Sancar tıp fakültesini bitirdikten sonra iki yıl Mardin’in Savur İlçesi’nde bir köyde sağlık ocağında hekim olarak görev yapmış. Aziz hoca hekim olarak hizmet verebilmek için Kürtçe öğrenmiş.
Çünkü köylü o zaman da Türkçe bilmiyormuş, aradan geçti 30 yıl şimdi de bilmiyor.
2015 yılı biterken bugün Mardin’in ilçesi Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı var, çünkü PKK bir hastanenin bahçesine bombalı saldırı düzenleyecek kadar kudurmuş durumda ! Tüm bu yaşananlar nedeniyle bölgede ilçeler boşalıyor.
Sağlık ocağındaki 2 yılın ardından Aziz Sancar TÜBİTAK bursuyla Amerika’ya gitmiş. Hikayenin seyrinin de Aziz Sancar’ın kaderinin de değiştiği yer işte burası.
Ama o yıllarda Aziz Sancar’ı bursla yurtdışına gönderen TÜBİTAK’ın bugünlerini hatırlamadan geçmeyelim. En son “milli ve yerli değerlere uygun bulmadığı 50 bin kitabın imhasına” karar verdi TÜBİTAK.
Ondan önce de zaten Darwin’in Evrim Teorisi karşıtlığı, yapılan siyasi atamalar, hayvanat bahçesi müdürünün kurumun başına getirilmesi, çakma casusluk davaları gibi akıl almaz her türlü habere konu olmuştu.
Neyse. Bırakalım TÜBİTAK’ı, Aziz hocayla beraber gözümüzü Amerika’ya çevirelim.
Genç bir Türk hekimi bursla kabul eden Amerika daha sonraki yıllarda da ona her türlü fırsat ve bütçeyi sağlayarak bugün gelen Nobel Ödülü’ne giden yolu açmış. Bütçe derken rakam şu : yılda 1-1 buçuk milyon dolar, yani 33 yıllık
süreçte 45 milyon doları geçen bir para.
Profesör Aziz Sancar yıllardır North Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bilimsel çalışmalarını sürdürüyor. Kendisi gibi bir akademisyenle evli, eşi Amerikalı.
Ödül açıklandığında ilk söylediği şu oldu : “etnik kökenim neden tartışılıyor anlamadım, ben Türk’üm.”
Nobel Ödüllü de olsa Aziz Sancar’ın Türkiye’yi yıllardır yoran bu tartışmaları anlaması zor tabii ! Hoca açıkça ifade etti zaten “Türkiye’deki tartışma ortamı benim çalışmalarımı imkansız kılardı.”
Aziz Hoca ödül konuşmasında “kız çocuklarının eğitiminden” söz etti, Türkiye’ye seslendi, “kız çocuklarınızı okutun” dedi.
Hele bir kız çocuklar kendi çocuklarını büyütsünler okutacağız tabii ! Zira memlekette her 3 evlilikten biri çocuk yaştaki kızlarla yapılıyor.
Profesör Aziz Sancar Türkiye’deki Nobel heyecanının görünce “bilseydim daha çok çalışır bu ödülü 20 yıl önce alırdım” dedi.
O bu konuşmayı yaptığı dakikalarda CNN International’da bir canlı yayında Nobel Barış Ödülü’nün bu yılki sahibi Tunuslu Ulusal Dialog Dörtlüsü’nden Abbasi şöyle diyordu : “IŞİD’in arkasında Türkiye ve Katar’ın olduğunu, her türlü desteği verdiklerini zaten herkes biliyor.”
Nobel Kimya Ödülü hepimize kutlu olsun.
Sezen’siz Sezen şarkıları eksik kalıyor
Geçtiğimiz perşembe gecesi Polimeks Holding’in 20. Yıl kutlaması için büyük bir zarafetle hazırladığı özel gecedeydik.
Zorlu PSM’den içeri girdiğimizde nefis bir logo karşıladı bizi : bir maestronun bagetinin ucundaki minik serçe.
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Erol Tabanca yıldönümleri için “The Royal Philharmonic Orchestra Sezen Aksu şarkıları çalıyor” hayalini gerçekleştirmiş.
Marcello Rota’nın şefliğinde 15 Sezen şarkısı seslendirdi Londra’nın bu köklü orkestrası. Bu bir ilk.
Konserde sahnede başka bir müthiş müzisyen daha vardı : Erdal Kızılçay.
1977’den beri İsviçre’de yaşıyor. Orada bir stüdyosu olan sanatçı müzik kariyeri boyunca David Bowie, Iggy Pop, Tina Turner ve Freddie Mercury gibi dev isimlerle çalıştı.
68 yaşındaki Kızılçay sahnede kırmızı bas gitarı ve olağanüstü pianosuyla orkestraya eşlik etti.
Konserde Sezen Aksu 1950’leri anımsatan dantel uzun siyah elbisesi ve uzun beyaz incisi ile en ön sırada izleyici olarak oturuyordu. Oğlu Mithat Can ise hayatının ilk smokinini giymiş halde hemen yanında.
Sezen Aksu, onu en çok anlatan ve konserde son şarkı olan “Hayat Sana Teşekkür Ederim”i söylemek için çıktı sahneye.
“Oyuncak bebekleri sevmedim çok, evcilik oynamayı.
Alkışı sevdim, bıçak sırtlarında dolaşmayı…
Tehlikeli sularda seyredip pupa yelken, geçici emniyetlere bulaşmayı.
Kadınları.. erkekleri… romanları, hele başkaldıranları…”
Konserin finalinde şöyle dedi Sezen : “Ölmeden bir insanın iyi hissetmesini sağladınız. Hepinize çok teşekkür ederim !”
Konser güzeldi, en çok da Keskin Bıçak’ın klasik yorumunu beğendim. Ama yine de ben Sezen’in şarkılarını Sezen’le tercih ederim.
Onun cilvesi, dudakları, göz süzüşü, kahkası ve deliliği olmadan Sezen şarkıları kim çalarsa çalsın hep biraz eksik…
Yorumlar