SAKLI

  • 6 Aralık, 2015
  • Yorum yapılmamış
  • Yazar: Özlem Gürses

Antalya Film Festivali’nde tüm dengelerimi bozan filmin adı bu. Saklı.
Film, bir evin iki kızından biri olan 20’lerindeki Duru’nun (Türkü Turan ) , 70’lerinde bir sanat müziği bestecisi Mahir Bey’le ( İlhan Şeşen ) olan anlaşılmaz ilişkisini anlatıyor.
Anlaşılmaz, çünkü bu aşk değil.
Duru’nun babası Ali bey (Settar Tanrıöğen ) düzenli olarak iki kızını bekaret kontrolüne götüren, muhafazakar, orta ölçekli konutlar yapan bir “inşaatçı”.
Ev hanımı karısı Aysel’i Rus bir genç kadınla aldatıyor. Aysel, aldattıldığının farkında. Susuyor.
Bu sırada Duru, üniversiteden bir sınıf arkadaşının babası Mahir Bey’le tanışıyor, herkesten “saklı” buluşmaya başlıyorlar.
Bu ilişkide Mahir Bey ve Duru’nun birbirine hiç benzemeyen dünyalarını görüyoruz… ve buna rağmen Mahir Bey’in “inceliğinin, özeninin hatta korkularının” Duru’ya nasıl iyi geldiğini…
Film boyunca iki farklı değerler sorusuyla karşı karşıyayız :
Bir tarafta aralarında en az 40 yaş olan Mahir Bey ve Duru’nun “saklı” ilişkisi.
Diğer tarafta metrese tutulan evde herkesin bildiği ama bilmezden geldiği
Ali Bey’in yaşadıkları.
Her sahne bu iki durumu tekrar tekrar düşünmenizi sağlıyor :
Ali beyin evde ailesiyle dizi seyrederken bir sevişme sahnesinin başladığı an gözlerini kızı Duru’ya çevirip uzun uzun bakışı…
“Metres”li seks sahnelerinin elinizde olmadan yüzünüzü ekşiten mizahı…
Kızların bekaret masasındaki hali…
Ali beyin bir arkadaşıyla konuşurken “yabancı kadın dinen caiz, zinaya girmez, koskoca Sultanların bile 400 cariyelik haremi vardı.” sözleri…
Duru’nun Mahir Bey’le birlikte olduğu ve bekaretini kaybettiği, bu kez yüzünüzü ekşitmeyen ama içinizi acıtan o an…
Selim Evci’nin üçüncü uzun metraj filmi olan “Saklı” son yıllarda giderek yükselen ama aslında yıllardır bu toplumda kadın sorununun temeli olan “muhafazakar riya”yı hafif bir mizahla anlatıyor.
Film boyunca işiyle, görünümüyle, metresi ve iki kızıyla çok daha tanıdık olan “Ali bey”i tüm neşesi ve esprilerine rağmen sevemedim.
Ama çok donuk, soğuk, kapalı gözüken, kızı yaşında biriyle yatağa giren bestekar “Mahir Bey”e yüreğim ısındı.
Neden peki ?
İşte bu sorunun yanıtı “muhafazakar riya”nın bizi nasıl boğduğunun da göstergesi.
Filmin bana hissettirdiklerini, yine festivalde izlediğim olağanüstü bir başka filmdeki bir replikte buldum : “hissetmiyorken hissediyor gibi yapmak, hissediyorken hissetmiyor gibi yapmaktan çok daha zor… “
Dilerim “Saklı” vizyona da gelir ve hem filmi hem de Ali bey rolünde muhteşem bir iş çıkarmış olan Settar Tanrıöğen’i izleme şansı bulursunuz.

Antalya’dan bildiriyorum

Otel lobisinde, yemek salonlarında, film izlerken dünya sinemasının unutulmaz isimleri ile yan yana oturmak, çocukluğumun yıldızları ile fotoğraf çektirip hayallere dalmak, genç sinemacılarla sohbet etmek nasıl da iyi geldi…
Tabii ki festivalin en çok ilgi görenleri “star”larıydı, her biriyle yaptığım söyleşileri yakında okuyacaksınız :
Vanessa Redgrave : Büyük bir kadın, büyük bir oyuncu, hâlâ çalışıyor. Oscar, Tony ve Emmy’nin yanı sıra sayısız ödüllerin sahibi. Oyuncu bir ailenin kızı, babası Sir Michael Redgrave. Büyük yazar Tenesse Williams’a göre bu çağın en önemli oyuncusu. 78 yaşında, hala dimdik.
Catherine Deneuve : Bir ikon. Hâlâ çok güzel, hâlâ çok seksi. Sinemaya tutkuyla bağlı, çok çalışkan. Hafif gergin bir havası var ve ona çok yakışıyor. Sigara içiyor, tam bir Fransız gibi. Bir arkadaşımın deyimiyle “belle de jour, belle de nuit, belle de toujours !”
Jeremy Irons : Ben ona aşığım, yıllardır. Geleceğini duyduğumda öldüm heyecandan. Oyunculuğu, filmografisi, kendisi, hali, edası… Bayılıyorum. Ödülü alırken nefis bir konuşma yaptı; “aslında bizden çok daha önemli çok daha değerli işler yapan kimsenin tanımadığı nice insanlar var… ben onlara teşekkür ediyorum .”
Cathleen Turner : Herkesin ilk gördüğünde “aaa, ne hale gelmiş” dediği bu kadın tam bir aktivist, şahane bir feminist. En uzun o kaldı, en çok onunla sohbet ettik. “Çok zorsunuz” dedim. “Bu laf bile çok seksist” dedi ! “Erkek olsaydım zor değil, kararlı derdiniz…” Korkunç hastalığının en feci zamanlarını anlattı, hüzünlü.
İşte festival haftasından en sevdiklerim :
Yeniden seçilen eski Başkan Menderes Türel belli ki Antalya’yı bir yıldız kent haline getirmek için çok çalışıyor. Bu yıl da Film Festivaline hem davetli isimlerle hem de kullandığı bütçeyle bir hayat öpücüğü vermiş.
Bu yıl Festival Direktörü Elif Dağdeviren. Eski bir gazeteci ve televizyoncu, uzun yıllardır da yapımcı. Elif, sadece aralıksız çalışmasıyla değil güleryüzü, sinema sevdası ve hep çözüm odaklı olmasıyla da gönülleri fethetti !
Festival sırasında tanıdığım ve en bayıldığım kişilerden biri de Menderes Türel’in eşi Ebru Türel oldu. Batmanlı, İzmir’de büyümüş. Kırk yaşında, iki çocuk annesi ve hep çalışan bir kadın. Üstelik tam bir sinema yıldızı gibi görünüyor; inanmıyorsanız buyurun fotoğrafı !

Bunlar da festival haftasından aklıma takılanlar :

Hem açılış hem kapanış gecelerinde içki servisi yapılmadı, sadece meyve suyu vardı. Doğrusu Antalya’yı bir dünya kenti yapmaya çalışırken, uluslararası bir organizasyonda bu yaptırım en hafifinden “tuhaf”tı ! Hele ki Menderes Türel’in başkanlığındaki önceki festivallerde içki servisi olduğunu hatırladığımızda.
Festivalin yayıncı kuruluşu Açılış ve Kapanış törenlerinin tüm akışına hükmetti. Bu nedenle geceyi bizzat salonda izleyenler ekranlardan, müzik giriş çıkışlarından hiçbir şey anlamadı. Sunucu Burcu Esmersoy’un kulaklığında yaratılan telaş aynen sahneye de yansıdı.
Antalya halkı festivale çok kısıtlı bir ilgi gösteriyor… Geçen yılların hayal kırıklığı mı, yoksa gündemin derdi tasası mı bilemedim…

Kategoriler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir