Cumhurbaşkanı’nın inandırıcılık sorunu

  • 14 Şubat, 2016
  • Yorum yapılmamış
  • Yazar: Özlem Gürses

Bir süredir memleket giderek azalan itibarıyla haklı tezlerini Avrupa ve Amerika’ya anlatmakta büyük sıkıntı çekiyor.
Mesela ben, AB ile Türkiye arasında geçen “Mülteci pazarlığı” tutanaklarında asıl at pazarlığının Avrupalılar tarafından yürütüldüğünü düşünüyorum.
Yıllardır kendi politikalarının sonucu olarak kan gölüne çevrilen Ortadoğu’nun mazlum halklarını, Türkiye’de depolamak istiyorlar. Hiçbir sorumluluk almadan.
Ayrıca, bugüne kadar Birleşmiş Milletler Örgütü’nün dünya tarihinin bu belki de en derin, en hacimli mülteci dramı karşısında en ufak bir aksiyon almadığına inanıyorum.
Ve NATO’nun, 5000 mültecinin kaçış yolunda hayatını kaybettiği böylece Akdeniz’i dünyanın en büyük mezarlığına çeviren insan kaçakçılığı meselesine karşı kılını kıpırdatmadığını görüyorum.

Canımı sıkan, içimi acıtan başka konular da var.
Mesela Amerikan Dışişleri Bakanı Kerry, bizim bakanın yanağına şaka yollu yumruk vurduğunda, doğrusu içimden bir tane de ona çakmak geliyor, kendimi incitilmiş hissediyorum !
Ya da son olarak ABD Dışişleri Sözcüsü “YPG bizim açımızdan terör örgütü değildir” dediğinde büyük hayal kırıklığı duyuyorum.
Tüm bu duygularıma ve düşüncelerime rağmen…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan konuştuğunda da hiç ama hiç samimi bulmuyorum.
Çıkıp AB’ye çattığında, “Alnımızda enayi yazmıyor” dediğinde sanki mideme bir yumru oturuyor. Çünkü biliyorum ki sadece bu “Enayi” kelimesi bile çok şeyler anlatıyor.
Bu cümle vicdandan uzak, gerçek bir öfke cümlesi. Hep bildiğimiz karanlık ve sığ bir dil…
Yine AB’ye “Pazarlık tutanakları bir ibra belgesidir” dediğinde, “Hadi ordan” demek geçiyor içimden.
Memleketin taşını toprağını ranta kurban veren, basit bir ihale yasasını bile bir yıl içinde onlarca kez değiştiren bir insan gerçekten “Para pazarlığı” yapmıyor olabilir mi ?
Ya da Birleşmiş Milletler’e “Ey Birleşmiş Milletler sen ne işe yararsın ?” diye sorduğunda, bu sorunun insani bir refleksle değil, Gezi’deki çocuklara da kullanılan aynı “Eyyy” nidasıyla, aynı kin duygusuyla sorulduğunu düşünüyorum.
Öyle ya, ölmüş bir çocuğu miting meydanında seçmenine yuhalatan biri sizce de mültecilere üzülüyor olabilir mi ?
Benzer biçimde ABD’ye de kafa tuttuğunda “Ey Amerika bizimle misin değil misin ?” dediğinde ancak komiğime gidiyor bu cümleler.
İyi de, daha kısa süre önce IŞİD’e, El Beşir’e, hatta PYD’ye, YPG’ye kucak açan siz değil miydiniz ?
Cumhurbaşkanı’nın ciddi bir inandırıcılık sorunu var.
Kendisi bu sorunun, “ona değil bize ait” olduğunu düşünebilir.
Yanılıyor.
Belki ona ısrarla ve çok farklı nedenlerle oy veren yüzde 49 onu hâlâ inandırıcı bulabilir.
Ama uzunca bir süredir büyük bir kararlılıkla ona oy vermeyen yüzde 50 kendisine inanmıyor.
En sevimli gülüşüyle bir çocuğa dokunduğunda, en tatlı esprisini patlattığında, en acıklı yüzüyle mağduriyetler anlattığında, hatta bazen gözyaşı döktüğünde bile…
İnanmıyoruz.
Biz onun kim olduğunu biliyoruz.
Neyi neden istediğini de.
İşin fenası artık Avrupa ve Amerika da biliyor.
Kimselere laf anlatamayışımızın, Batı’nın bizimle neredeyse dalga geçmesinin sebebi de bu.

Kilis Valisi ve Kilis Belediye Başkanı

Cumhurbaşkanı ne kadar yapay geliyorsa, Kilis Valisi ve Kilis Belediye Başkanı o denli samimi geldi bana !
Biliyorsunuz, 90 bin nüfuslu Kilis uzunca bir süredir 120 binin üzerinde mülteciye ev sahipliği yapıyor.
Son olarak Halep’in vurulmasıyla 48 saat içinde 35 bin mülteci giriş yaptı ilçeye.
Vali Süleyman Tapsız, 10 kampta Türkiye’nin dört bir yanından gelen vatandaş yardımlarıyla mültecilere hizmet verildiğini anlattı.
İsim vermeden 130 mülteci alacağını açıklayan bir ülkeye “Ben tek başıma evimde bakarım o kadar Suriyeli’ye” dedi. Vallahi bakar, ben inandım !
İki gün önce de Kilis Belediye Başkanı Hasan Kara “Açın sınırı” diye baskı yapan Batı’ya çattı “Aynı anda iki kapıyı da açalım, hem Öncü Pınar’ı hem de Kapıkule’yi” diyerek.
Cumhurbaşkanı’nın “Eyyy” ile başlayıp “sizden öğrenecek değiliz”le biten cümlelerinden çok daha içten, çok daha gerçek, çok daha insani…

Aşkın en yakıştığı koleksiyon:
Özlem Süer

Perşembe günü romantik çizgisini çok sevdiğim moda tasarımcısı Özlem Süer’in 2016 Sonbahar Kış koleksiyonu izledik.
Defileyi ve Özlem Süer’le yapılmış geniş bir sohbeti yakında Şık’ta okuyacaksınız. Ben bu pazar en bayıldığım parçaya yer verdim sadece, içiniz açılsın.
Çok hoş değil mi ?

Tuna Kiremitçi’nin araba kullanmadığını biliyor muydunuz?

Ben bilmiyordum. Öğrenince çok da şaşırmadım gerçi.
Geçtiğimiz hafta içi son kitabı “Kendi Seven Ağlamaz”ı bizzat elinden almak üzere buluştuk Tuna Kiremitçi ile.
İmzalı kitabıma başladım, biter bitmez yazacağım.
Ama ben size asıl Tuna’nın araba kullanmayı öğrenme ve ehliyet alma hikayesini anlatayım, kendisi de daha önce yazmış, o nedenle iznim var.
Tuna Kiremitçi şu anda evli biliyorsunuz, harika da bir oğlu var ilk eşinden.
Bundan bir süre önce de bir yazara aşıktı. İşte o kadınla ülkelerarası bir yolda giderken arabada bir tartışma başlamış. Tabii arabayı sevgilisi kullanıyor, çünkü Tuna araba kullanmayı bilmiyor !
Neyse, tartışma sürerken Tuna “Çek arabayı sağa” demiş ve Türk filmlerinden alışkın olduğumuz o edayla inmiş arabadan.
Gecenin karanlığında en melankolik halde yol kenarında yürürken sevgilisi gelmiş yanına. Büyük bir hışımla omzundan tutmuş çevirmiş ve “Bana bak” demiş “Bu durumlarda arabadan kadınlar iner, erkekler değil !”
“İyi ama” demiş Tuna “direksiyonda sen varsın, arabayı sen kullanıyorsun.”
Kadının yanıtı şahane “Sorun da bu zaten !”

BAK KIZIM

Bazen gönüllü olarak direksiyonu
bırakmak iyidir. Bırak. Böylece belki de yepyeni bir adamla tanışacaksın !

 

 

 

 

 

Kategoriler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir