Herkese ‘ağırlaştırılmış müebbet’

  • 28 Ocak, 2016
  • Yorum yapılmamış
  • Yazar: Özlem Gürses

Balkan yurdundan merhaba dostlar…

Makedonya’dayım.

Otel lobisinde yazımı yazmak üzere bilgisayarımı açtığımda Can Dündar ve Erdem Gül için iddianamenin çıktığını öğrendim.

Ağırlaştırılmış müebbet istemiş savcı!

Şaşacak bir şey yok belki. Ama insan işte, yine de umut ediyor. “Acaba?” diyor, “Belki bu sefer…” diye düşünüyor.

Köpekler gibi ağlıyorum şu anda, öylesine üzgünüm…

Benim gözyaşımın bir önemi yok, asıl Can ve Erdem o soğuk hücrelerinde kim bilir ne halde… Hele aileleri, sevdikleri, evlatları ne halde…

Ah be arkadaşlar, ‘tutuklandık’ haberi geldiği o gün de yazmıştım, yine yazayım, vallahi de billahi de değmezdi!

Kimsenin gazete okumadığı, bilmem kimin aşk üçgeninin Türkiye’de neler olduğundan daha fazla merak edildiği bir ülkede herkesin zaten bildiği bir haberi yazsak ne olur yazmasak ne…

Can ve Erdem tutuklandığı gece yine böyle ağlarken 12 yaşındaki oğlum Uzay sordu “Ne oldu anne?” Anlatmaya çalıştım.

Sessizce dinledi. Yorumu bir çocuğun duygusunu en saf, en güçlü biçimde ortaya koyuyordu: “Senin başına böyle bir şey gelirse sana o kadar çok kızarım ki…”

Kızmak mı? Üzülmek değil, kızmak. “Neden Uzay?”

“Buna yol açtığın ve bizi bu kadar üzdüğün için tabii! Çünkü herkes bilir ki bu ülkede bunları yazarsan hapse girersin…”

Var mı daha bunun üstüne yazacak bir şey.

Balkan Yurdu: Hem huzurlu hem hüzünlü topraklar

Makedonya’dayım.

Beni buralara getiren sosyal medya, Instagram.

İnsanların harika fotoğraflar paylaştığı bu sitede öylesine ilginç dostluklar kurdum ki!

Sonuncusu beni buraya davet eden Ferdi Nezir.

Makedonya’da Devlet Bakanlığı yapmış tek Türk olan Hadi Nezir’in oğlu. Ben onunla yazışırken kim olduğunu bile bilmiyordum.

“Özlem Hanım, her yere gidiyorsunuz, bizim buralara da gelseniz ya…” diye yazınca kalktım geldim. Uzay’ı da alarak…

Nasıl iyi geldi bu topraklar bize bilseniz.

Bilmem neden, hem huzurlu, hem hüzünlü bir havası var buraların.

Kolay mı? Yıllar süren bir iç savaştan paramparça bir yurt olarak çıkmış buralar. Bunun izlerini silmek zaman alacak.

Bir taraftan da eviniz gibi. Osmanlı etkisi, Türklerin çok oluşu ve kişisel olarak anneannemin kökeni belki de bu duyguyu yaratan.

Hayat yavaş burada, 2 milyonluk ülkede kimsenin acelesi yok.

Dünya Mirası listesinde bulunan Ohri Şehri ve Ohri Gölü’nde güneşin batışını izledik. Nasıl güzeldi anlatamam…

Oradan Manastır kentine gittik, Mustafa Kemal’in okuduğu askeri okulu gezdik, içinde küçük bir müze kurmuşlar. Yol üstünde salep içtiğimiz bir Türk kafesinin sahibi “Bütün Atatürkçüler buraya geliyor” dedi.

E tabii, çünkü memlekette bize ayrılan sürenin sonuna geldik!

Makedonya’nın Mavrovo diye bir dağı var, başkent Üsküp’e iki saat mesafede, kayak merkezi.

Oteller çok mütevazı ama dağ harika. Hele insanların yardımcı olmak için pervane olmaları…

Şatafattan, lüksten uzakta, her saniye bir şey talep eden ve bir türlü tatmin olmayan insanlardan uzak bir ortamda bulunmak ruhumu temizledi.

Altın varaklar, saraylar, konvoylar, kapıları açmak için koşan adamlar yok.

Küçük şeylerle mutlu olan insanlarla bir arada olmak çok iyi geldi.

Makedonya izlenimlerimi ve Devlet Bakanı Hadi Nezir’le yaptığım sohbeti ise ayrıca yazacağım.

Dolunayda dinlediğimiz şarkı: Ostani

Makedonya’da karlarla kaplı şehirlerarası yollarda, dolunayın eşsiz ışığında saatler süren sohbetler ettik Ferdi, ben ve Uzay.

O sırada dinlediğim ve aşık olduğum bir şarkı var:

Dejan Matic – Ostani

Ostani ‘kal’ demekmiş. Bulun, dinleyin, pişman olmayacaksınız.

Yalnız kadın

Geçen gün Instagram’da paylaştığım bu fotoğrafın altına bir arkadaşım şöyle yazdı: Yalnız kadın.

Doğru.

Öyleyim.

Kim değil ki?

Bu ülkede herkes yalnız…

Çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler, yaşlılar.

Hem de en havalı aile masallarının anlatıldığı bir ortamda. Kalabalık aileler, saatler süren dedikodu buluşmaları hiç eksik değilken.

Yalnızlık ‘laklakla’ geçmiyor çünkü.

Tek çaresi kalbini açmak, kendini ortaya koymak…

Onu da yaptığınız anda aman ne akıl vermeler, ne yargılamalar, ne en iyi ben bilirim nutukları…

Sonuç bu; sığ denizlerde kalabalıklarla takılıp, gerçekten kendin olmak istediğin anlarda sessizliğe sığınmak.

Kötü değil.

Tüm ömrü olmadığın biri gibi harcamaktan daha iyi en azından.

O nedenle ben diyorum ki “Yaşasın yalnızlık!”

 

Kategoriler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir