Birbirimize iyi gelelim

  • 23 Şubat, 2016
  • Yorum yapılmamış
  • Yazar: Özlem Gürses

Yeni bir haftaya başlarken insan güzel, umutlu haberler vermek istiyor… Olmuyor, veremiyorum.
Herkes söyledi, yazdı, ben de yazayım: Cumhuriyet’in en zor günlerini geçiriyoruz. 45 yıllık ömrümde bundan daha kötüsü olmamıştı.
Biz kadınların siyasetle, memlekette ve dünyada olup bitenle ilgilenmediğimizi sanıyorlar.
Oysa durum öyle değil. Tabii ki ilgileniyoruz.
Üstelik verilen her yanlış kararın, ülkede hüküm süren öfke ve şiddet ikliminin sonuçlarını da ilk biz yaşıyoruz.
Evlatlarımız, en çok da kız çocuklarımız için endişeleniyoruz, hatta korkuyoruz.
Geçen hafta kuaföre uğradığımda orada çalışanlardan bir kadın, iki oğlu için hiç umutlu olmadığını anlatıyordu. “Bizim bir vatanımız yok artık” dedi. Bütün kuaför ağlamaya başladık…
İçinde bulunduğumuz hal bu.
Nasıl çıkacağız bu karanlık, belirsiz günlerden bilmiyorum. Zaten hepimizin acısını da öfkesini de katmerlendiren bu; bu sonsuz belirsizlik duygusu.
Yarın ne olacak bilmiyoruz. Sabah uyandığımızda savaşa da girmiş olabiliriz, İstanbul’un göbeğinde bir katliam yapılmış da olabilir.
Yan evin oğlu şehit düşmüş olabilir, uzaktaki bir tanıdığımızın kızı öldürülmüş olabilir, yolda yürürken patlayan bir bomba yaşamımızı sonlandırabilir.
Bunları yazmak istemiyorum. Size hep iyi, umutlu şeylerden bahsetmek istiyorum ama inanın içimden gelmiyor.
Peki siz nasıl yaşıyorsunuz bu günleri? Ne yapıyorsunuz sabahlara uyanmak için? Var mı umudunuz?
Yazın ne olur bana. Birbirimize iyi gelelim…

Orta yaş krizi bu herhalde

Dünya Bankası bir araştırma yayımladı. İnsanlara kendilerini en mutlu ve en mutsuz hissettikleri yaşları sormuşlar. Sonuçlar enteresan…
En mutlu hissettiğimiz dönem 60-75 aralığı. En mutsuz dönem ise 40-55 arası.
60’tan sonra insanların yaşamdan beklentileri sadeleşiyormuş, ne istediklerini daha iyi biliyor ve hâlâ sağlıkları yerindeyken anın keyfini çıkarıyorlarmış.
40-55 arası ise her şeyi temize çekme yılları, bir de kafada bitmeyen sorular: “İstediğim hayat bu muydu?”
Aşk ihtiyacı, işle ilgili hayal kırıklıkları, verilen kararları gözden geçirme. Feci yani. Hep bir arayış…
Tam da o dönemdeyim işte ben.
Hepsi de üst üste geldi; AKP iktidarı, dünyanın şiddet gündemi, medyanın tarihteki en kötü dönemi, orta yaş krizi. Bir de şubat.

Bir başkadır Ayten Alpman

Ne olağanüstü bir ses, ne müthiş bir yorumdur o: Ayten Alpman.
Bütün hafta sonu onu dinleyerek geçti.
Şubat ayının sesi o, en çok da ‘Bir Başkadır Ayten Alpman’ albümü.
Ben tabii ki bir Spotify hastası olarak oradan dinliyorum ama siz her yerden alabilirsiniz.

İki kadın iki haber

Biri Türkiye’den, adı Selma Hekim.
Selma, Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışan bir sanatçı.
‘Almadım’ isimli blog’un sahibi. Selma Hekim tam bir yıldır hiçbir şey almadan yaşıyor: “Almama kararım aslında bir sürecin sonucu. Etrafımdaki binaların, AVM’lerin, reklamların, ürünlerin, eşyaların, trendlerin yarattığı korkunç fazlalıklar dünyası ve tüketerek bu dünyanın tuğlalarını bizim oluşturduğumuzun farkına varmam en önemli neden.”

Gıda ve birkaç temel ihtiyaç dışında hiçbir şey almayan Selma Hekim zoru başarmış. En kısa zamanda nasıl başardığını sormak için onunla bir araya geleceğim.
Diğer kadın ise Hollywood sinemasından bir yıldız oyuncu: Susan Sarandon.
Biliyorsunuz bu aralar Amerika’da başkanlık seçimlerine yönelik kampanyalar son hızla devam ediyor. Seçilirse Hillary Clinton, Amerika tarihinin ilk kadın başkanı olacak.
Ama Susan Sarandon bir kadına değil, istediği adaya oy vereceğini açıkladı. Demokratların sosyalist adayı olan Bernie Sanders’e.
Bu tabii ki çok önemli bir açıklama. Bazı kadınlar Sarandon’a tepki gösterince o da şöyle yazdı: “Arkadaşlar, ben vajinamla oy vermiyorum!”
Vallahi şahane cevap!
Aynen de öyle, biz kadınlar pek çok şeyi vajinamızla yapmıyoruz. Umarım bu herkes için yeterli bir açıklamadır.

 

 

 

Kategoriler

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir